Eğitim Sen, araştırma görevlilerinin 50/d sorunu hakkında açıklamalarda bulundu. Sendika yapıtğı açıklamada yakın zamanda YÖK’ün de gündeminde yer alan ve araştırma görevlilerinin güvencesiz istihdamının cisimleşmiş hali olan 50/d sorununun çözülmesi gerektiğini vurguladı.
Araştırma görevlilerinin 50/d sorunu ile ilgili konuşan Eğitim Sen geçmişte yürütülen mücadelelerle ve alınan yargı kararlarıyla araştırma görevlilerinin istihdam biçimi olarak 2547 sayılı Kanunu’nun 50/d maddesinin kullanılamayacağının hükme bağlandığını belirterek, “Güvencesiz istihdamın, siyasi iktidar açısından “makbul görülen ve görülmeyen” denetimini kolaylaştırması, emekçiler üzerindeki politik baskılara zemin hazırlaması ve liyakati değil sadakati önceleyerek kadrolaşmaya zemin hazırlaması nedeniyle 2018 yılından itibaren tüm araştırma görevlilerinin istihdamında 50/d’nin temel alınması sağlandı! Ne yazık ki hâlihazırdaki mevzuata göre 33/a kapsamında istihdam edilmesi gereken araştırma görevlilerinin 50/d kapsamında istihdam edilmelerine üniversitelerden (!) ve yandaş sendikalar ile sosyal medya sendikacılığı yapan kesimlerden de destek geldi! Bugün ise aynı çevreler, sanki YÖK’ün 2015 yılındaki “50/d Çalıştayı”nda güvencesiz istihdamı ve 33/a’ya geçiş kriterlerini savunmamışlar gibi 50/d’li araştırma görevlilerinin sorunlarına çözüm üretme pozları vermekteler!” ifadelerini kullandı.
50/d konusunda birkaç gerçek
Eğitim Sen araştırma görevlilerini kapsayan 50/d sorununu şu şekilde açıkladı;
- 2547 sayılı Kanun incelendiğinde görülecektir ki 50/d araştırma görevlisi istihdam biçimi değildir. Araştırma görevlilerinin istihdamı 2547 sayılı Kanun’un 33/a maddesinde düzenlenmiştir.
- 50/d ile istidamı savunan çevreler, “Bir araştırma görevlisinin işini yapıp yapmadığı nasıl denetlenecektir?” sorusunu ortaya atmaktadırlar! Bu sorunun cevabı ise oldukça basittir! Araştırma görevlilerinin işi araştırma yapmaktır! Onlara “Araştır da gör!” denilmesine yol açan tüm mevzuat ve iktidar ilişkileri ortadan kaldırılmalıdır. Ayrıca araştırma görevlileri, görev süreleri boyunca zaten çeşitli biçimlerde (lisansüstü programların mülakatları, TİK, tez savunması vd.) akademik yeterlik denetimlerine maruz kalmaktadır. Objektif ve hukuksal olması gereken bu denetimlere rağmen her yıl sözleşme yenilemeye çalışmak, sadece ve sadece araştırma görevlilerini işten atma baskısıyla tehdit etmek ve hizaya getirmek anlamını taşımaktadır.
- “Efendim, süre sınırı getirmezsek bu insanlar ömür boyu araştırma görevlisi olarak çalışacaktır!” sözü ise gerçeklerin çarpıtılmasından başka bir anlam taşımamaktadır. Çünkü “başarısız oldu” denilerek işten atılan ve hemen ardından “yılın tezi” ödülünü alan ya da yazdığı tez ile alanına ciddi katkılarda bulunan araştırma görevlileri vardır. Bu gerçekliği görebilmek için akademide nitelik kaygısını taşımak gerekmektedir. Ancak mevcut sistem, herkesi hızla doktorasını bitirmeye, niteliğine bakmaksızın çok sayıda yayın yapmaya, dolayısıyla puan toplamaya zorlamaktadır! Başarı ise bu koşulları sağlayanlara atfedilmektedir!
- Kaldı ki doktorasını bitiren araştırma görevlilerine, hak ettiği kadro verilmediği gibi ödül olarak da işsizlik sunulmaktadır. Doktorasını bitiren araştırma görevlilerinin işsiz bırakılması gerçeğini yok sayıp, emeklerini ve haklarını görmezden gelip, tartışmaları sadece bir yıl daha çalışabilmelerine indirgemek ancak siyasi iktidardan beklenen lütuflarla açıklanabilir!
- Unutulmamalıdır ki araştırma görevlilerinin işsiz kalma kaygısı taşımadan, özgürce araştırmasını yapabilmesi bir haktır ve bu hakkın güvence altına alınması gerekmektedir! (BSHA- Bilim Ve Sağlık Haber Ajansı)
Yorumlar